Dünyada ilk kez eczacıların ve eczahanelerin görev tanımlarının yapıldığı ilk eczacılık yasası 1241’de Sicilya Kralı II. Frederik tarafından ortaya konmuştur. Bu tarihten sonra eczahaneler ve aktarlar ayrılmaz bir bütün olarak çalışmış ve 19 yy başlarına kadar aynı mekânlarda hizmet vermişlerdir. Sonraki yüzyıllarda tıp ve eczacılığın hızla gelişmesi sonucu aktarlık ve eczacılık yavaş yavaş birbirinden ayrılmaya başlamıştır. Eczahaneler birer ilaç imalathanesi konumuna geçerken aktarlar da eczacılara hammadde temin eden dükkanlar olarak hayatlarına devam etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda da benzer bir gelişme olmuş; bu kez eczahaneler ve ecza depoları 1800’lü yılların sonunda artık farklı dükkanlarda hizmet vermeye başlamışlardır. Bu gelişme sürecinin son dönemlerini, bir dönem saray baş eczacısı olarak görev yapan Vincent (Vensan) Kasapyan Efendi’nin eczahanesinde kullandığı 1870 tarihli mühründe görmek mümkündür. Mühürde “Eczahane – Aktar, Deruhte V. Zanni” ifadesi yer almaktadır. Bu tarihten sonraki belgelerde ise artık eczahaneler “pharmacie”(farmasi), ecza depoları ise “droguerie” (drogeri) olarak anılmaya başlar.

Aktarlık bir süre sonra tamamen baharatçılığa dönerken, ilaç hammaddesi ve laboratuvar malzemesi temin eden dükkânlar “Ecza-i Tıbbiye Deposu” olarak anılmaya başlanır. 19 yy sonlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda geniş bir coğrafyaya ilaç hammaddesi ve tıbbi malzeme temin eden çok önemli ecza depoları faaliyete geçer. Bunların çoğu Rum ve Ermeni eczacıların sahipliğindedir. Meziki Biraderler, Vincent Kasapyan, Moiz Paralli ve merkezi Londra’da bulunan ve Lafontaine Biraderler tarafından kurulan “Şark Merkez Ecza Deposu” gibi müesseseler büyük çaplı ithalatlar gerçekleştirerek, önemli bir pazarı yani “Osmanlı İlaç Pazarı”nı oluştururlar.


Osmanlı İmparatorluğu’nda ordunun yıllık 20.000 lirayı bulan ecza-i tıbbiye ihtiyaçları için Saray Baş Kimyageri Charles Bonkowski Paşa’nın hazırladığı layiha, o döneme ışık tutması bakımından değerli bir kaynaktır. Paşa, o tarihte ordunun, tüccar Dimtri Meziki tarafından karşılanan ihtiyaçları için adeta soyulduğunu belgeleriyle ortaya koymakta, “Eczacı Mektebi”nde öğrencilerle birlikte üretime geçilebilmesi halinde hem çok daha kaliteli hem de çok daha ucuz malzeme temin edilebileceğini göstermektedir. Ancak ne yazık ki, Bonkowski Paşa’nın bu önerileri dikkate alınmamış ve aynı tüccarlardan alımlara devam edilmiştir. Bu belgeler Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, yerli ve milli üretim yapmak için harekete geçilmesi konusunda ilk çabalardan biri olarak tarihe geçmiştir. (*)

1. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan bozgun ve kaybedilen topraklar, dönemin ecza depolarının kazançlı günlerinin sonu olur. Özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında Anadolu’da yaşanan zorlu koşullarda, İstanbul’dan ordunun ve yerel eczacıların ihtiyaçlarını canla başla karşılayan Edhem Pertev, Mehmed Kazım, Hasan Hassan, Evliyazade Nurettin ve özellikle Anadolu’nun her köşesine ilaç hammaddesi sevkiyatını başarıyla gerçekleştiren Ekrem – Necip Ecza Depoları devreye girer. O dönemin önemli ecza depolarından Şark Merkez Ecza Deposu da 1921’den sonra Türk ortaklara devredilerek, bir Türk Anonim Şirketi olarak faaliyetlerine devam eder. Böylelikle, ithalat yerine yerli üretim desteklenmeye çalışılır, yerli olarak üretilebilecek pek çok hammaddenin yurda girişi yasaklanır.

Bu dönemde ecza depolarının kurucularının tamamı son derece bilgili ve tecrübeli eczacılardan oluşmaktadır. 1930’lu yıllarda bu girişimci eczacıların önderliğinde kurulan depoların sayısı 25’e kadar yükselir.


II. Dünya Savaşı’nın ikinci yılına gelindiğinde, gelecekten endişe duyan eczacılar; savaşın tahminlerin de ötesinde uzun süreceğini ve hammadde temininde zorlanacaklarını düşünerek, birliğe bağlı bir ecza deposu kurmak fikrinde birleşirler.

Dönemin sözü geçen eczacılarından Kemal Atabay (Atabay İlaç Fabrikası), Niyazi Özmay (Edhem Pertev İlaç Fabrikası), Alaettin Önal (Sıhhat Eczanesi), Fuat Mehmet Mirel (Sandoz İlaç Fabrikası Türkiye Sorumlusu), Hüsnü Arsan (Hüsnü Arsan Laboratuvarı ve Karaköy Eczanesi), Hüseyin Kâmil Otay (Üniversite Eczanesi), İsmet Somer (İsmet Somer Laboratuvarı ve Pangaltı Eczanesi), Mehmet Fuat Bayer (Mehmet Fuat Eczanesi), Münir Şahin (Münir Şahin Laboratuvarı), Nail Halit Tipi (Nail Halit Eczahanesi) ve Nizamettin Diler (Taksim Eczanesi) gibi isimlerin gayretleriyle Türkiye Eczacılar Deposu A. Ş., kurulur. İstanbul’da Aşir Efendi Caddesi Küçük Ticaret Han’da 300.000 lira sermayeyle kurulan Depo, 1950’li yıllarda Cağaloğlu, Hilal-i Ahmer Caddesi No: 12’de bulunan Ortaklar Han’a taşınır.

4 Eylül 1941’de yani bundan tam 80 yıl önce, sadece ülkesine hizmet etmek amacıyla kurulan Türkiye Eczacılar Deposu A.Ş. olarak bugün; sayıları 142’ye ulaşmış ve neredeyse tamamı geçmişin zor dönemlerinde ülkesine hizmet etmiş kıymetli eczacılarının varisleri olan ortaklarımızla yolumuza devam ediyoruz.

Kurulduğu ilk günden itibaren insan sağlığını etkileyen her durumda, şartlar ne kadar zor olsa da milleti için çalışmayı amaç edinen Türkiye Eczacılar Deposu (TED), yine aynı gaye ile ülkesine hizmet etmek üzere yeniden yapılandırılmıştır. Türkiye Eczacılar Deposu’nun hedefi; Türkiye’nin sağlık sektöründeki kilit alanlarında üretim, hammadde, teknoloji ve tedarik gücünü tüm dünyaya duyurmak, bu uğurda ürün ve hizmetler geliştirerek dışa bağımlılığına son vermektir. Sağlıkta, farklı alanlarda, farklı ürün ve markalara hayat vermek üzere yenilenen TED, böylelikle ülke ekonomisine katkıda bulunmayı ilke edinmiştir.

(*) YILDIRIM, Nuran: Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne Dışında Askeri Eczacılık Öğretimi, Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları – 4 (1998) s. 93-104